X

Başlık olabilir: DUVARIN HÜZÜNLÜ ÇİÇEĞİ; BERLİN

Travel & Gourmets
6 Okunma

BERLİN

Sonunda Berlin'deyiz. O kadar tanıdık ki, nasıl filmlerden New York'un birçok yerini biliyorsak Berlin'de de durum buna çok benzer oldu bizim için. Gidilmesi görülmesi gereken yerlerin çoğunu Türk filmlerinden ya da Berlin Duvarı ile ilgili belgesellerden bildiğimizi fark ettim. Tabii ki orada olmak, şehri koklamak bambaşka bir duygu. Ayrıca şehirdeki Türk varlığından dolayı Almanca ya da İngilizce fark etmez, yabancı dil bilmeyenlerin burada çok rahat edeceğini söyleyebilirim. Keza ülkede diyalog kurduğumuz ikinci kişinin Türk olması ve ineceğimiz durakta bize haber vermesi bunun açık bir kanıtı. Ayrıca Türkçe hazırlanan  turizm sayfasını da unutmamak lazım.

 

Berlin, bilindiği üzere Almanya’nın başkenti ve nüfusu 4.5 milyon. Özellikle duvar yıkıldıktan sonra Berlin tam bir kültür yuvasına dönüşmüş. Sanat galerileri, renkli gece hayatı, üniversite öğrencileri ve bohem kültürüyle kendine has bir havası olan bu şehrin Almanya’nın kalanından çok farklı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunca farklı kültürü, her kesimden insanı ve çok çeşitli aktiviteleri barındırmasına rağmen, Berlin tam bir şehircilik örneği. Şehirdeki boruların rengi bile insanların psikolojisi düşünülerek seçilmiş, sokak sanatçıları bile devlet tarafından bir miktar sabit gelire bağlanmış, sosyal aktiviteler için halka her türlü alan ve imkan sağlanmış. Müthiş düzenli bir ulaşım ağı var; ister tramvayla, ister otobüs veya metroyla şehrin her noktasına ve civardaki kasabalara ulaşmak çok kolay ama ilk tercihiniz bisikletten yanaysa da doğru şehirdesiniz.

 

BERLİN’DE GEZİLECEK YERLER 

Berlin deyince akla gelen ilk şey tabii ki duvarı. Ama ne duvar! En önemli kısmı bir gecede baskın mantığıyla, duvar ya da dikenli tellerle kurulup yıllar içinde 155 kilometrelik bir duvar haline dönüştürülmüş. Dünyanın belki de en büyük dramlarından birinin yegane eseri olarak duruyor. Düşünsenize, akşam arkadaşınızda kaldınız ve sabah ailenizin yanına dönemiyorsunuz, korkunç bir trajedi. Yer yer sanat galerisine çevrilmiş ve dönemsel olarak değişen graffitiler ile süslenmiş bu duvarı, üstünden parçalar çalınıp hatıra olarak satıldığı için yer yer tel örgülerle çevrilmiş olarak görebilirsiniz. Gerçi Berlin Duvarı'nı tel örgülerle çekip korumaya çalışmak dünyanın en büyük ironisi olsa gerek.

Bir başka Berlin klasiği ise Brandenburg kapısı. Kapı büyükçe bir meydana ve genellikle elçiliklerin ve konsoloslukların bulunduğu bir bulvara bakıyor. Yüzyıllardır şehrin simgesi olan bu yapı, bu süre boyunca da türlü şeylere şahit olmuş. Bunlardan en önemlileri, tepesinde bulunan ve oraya 1700'lü yılların sonunda yerleştirilmiş olan atlı heykelin Napolyon tarafından Paris'e götürülmesi ve bir diğeri de 2. Dünya savaşında çok ciddi tahrip olması sayılabilir. Venedik’teki meşhur San Marco Bazilikasındaki at heykellerini de alıp Paris’e götüren Napolyon, bu konuda zaten sabıkalı. Fakat biz Brandenburg Kapısı’nın önündeyken, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bu meydanın nasıl göründüğüne dair büyükçe bir fotoğraf panosu vardı ve tabiri caizse dehşetengizdi! Ayrıca bu meydana sabah 11'de gelirseniz hemen bir ücretsiz şehir turuna katılabilir ve şehri böyle bir grupla gezebilirsiniz. Nitekim biz öyle yaptık, otelimizden kalkan turu kaçırdığımız için bu meydana geldik ve sadece bahşiş ile bu işi yapan bir rehberin turuna katıldık. Eğer siz de bu koca şehirde ne yapacağınızı şaşırırsanız adresiniz burası, hem bütün ünlü ve görülmesi gereken noktalar gezdiriliyor bu tip turlarda.

Berlin bir müzeler şehri. Burada ziyaret edebileceğiniz tam 180 müze ve 440 galeri var(mış). İçinde Zeus Sunağı’nı da barındıran Pergamon müzesi dahil en ünlü müzeler, müze adası denen bir yerde toplanmışlar fakat maalesef Türkler’in en çok ilgisini çeken bu eserin olduğu salonunun yenileme çalışmaları yüzünden 2020 yılına kadar ziyarete kapalı.

Berlin’in en ünlü müzelerinden biri Berlin Yahudi Müzesi, bizim de favorimiz. Müzede denge çok iyi yakalanmış; yani eserlerin yarısı holokosta ayrılmışsa diğer yarısı da eskiden Yahudi yaşamı nasıldı, Yahudiler’in ticaretteki yeri gibi enstalasyonlara ayrılmış. Müzedeki iki eser beni gerçekten çok etkiledi; birincisi Holokost Kulesi. Aslında buna eser diyebilir miyiz bilmiyorum, burası zikzak olan binanın iki ucunun birbirine bağlandığı yerdeki bir boşluk ama bu kuleye adım attığınızda olduğunuz gerçeklikten o kadar güzel tecrit oluyorsunuz ki; o uzun, karanlık ve soğuk kuyunun en dibinde yalnız olmak ne demek on saniyeliğine de olsa anlıyorsunuz. Bir diğeri ise Shalekhet (Dökülen Yapraklar) adlı enstalasyon; değişik boyutlarda ve ağırlıklarda yapılmış döküm suratlardan oluşuyor. Eser sahibi özellikle bu yüzlerin üzerinde yürünmesini istiyor, çünkü çıkan ses enstalasyonun sergilendiği galeride yankılanıyor ve eser sahibine göre de bu ses zulüm gören Yahudiler’in çığlıklarını temsil ediyor.

Müze Adası'na çok yakın bir konumda bulunan Gendarmenmarkt ise Berlin'in en önemli meydanlarından biri ve etrafında şehrin büyük katedrallerini barındırıyor. Meydanın tam ortasında Konzerthaus Berlin, iki yanında ise Alman ve Fransız katedralleri bulunuyor. Meydanın adının Fransızca'dan gelmesi ve meydanda bir Fransız kilisesi bulunması da aslında Berlin'in Fransızlar’dan ne kadar etkilendiğini gözler önüne seren bir örnek. Bu katedralleri gezdikten sonra hala katedral görmek istiyorsanız meydanın tam yanında Berliner Dome yani Berlin Katedrali'ni gezebilirsiniz. Gerçi dedikodulara göre burada hiçbir zaman bir piskopos yaşamadığı için gerçek anlamda bir katedral sayılmıyormuş, sonra söylemedi demeyin.

Almanya geçmişiyle yüzleşmekte çok başarılı. Gerek Berlin duvarı ile ilgili gerekse holokost ile ilgili olarak yaşananların sorumluluğunu üstlenmiş durumdalar ve hatalarını telafi etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. En azından görüntü böyle. Şehrin her tarafında holokost ile ilgili anıtlar ve parklar mevcut. Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı da bunlardan biri. Aslında burası temsili bir anıt mezar. Yani buraya birileri gömülmüş değil, en azından resmi olarak. Park içinde değişik büyüklük ve ağırlıkta yüzlerce beton blok var ve bu blokların her biri katledilmiş birini temsil ediyor. Her ne kadar burası bir anıt da olsa bloklar etrafında sizden bir mezardaymışçasına saygı bekliyorlar. Fakat bu anıta çok yakın yapılan katledilen eşcinseller ve katledilen politikacılar anıtları, bize katledilenlerin bile sınıflandırıldığını ve aslında ayrımcılığın bir şekilde hala devam ettiğini düşündürdü.

Almanya Parlamento Binası; diğer isimleriyle Reichstag veya Bundestag, gerçekten etkileyici bir bina, üstelik bu binayı gezmek ücretsiz ama gelmeden internetten kayıt olup saat almanız gerekiyor. Güvenlik noktasındaki görevliler tarafından asansöre kadar geçiriliyorsunuz ve en üst kata, cam kubbeye çıkıyorsunuz. Kubbe, binaya doksanlarda yapılan restorasyonda eklenmiş. Belki de gece gittiğimiz için kubbe ve altındaki metal aksam bana dünyayı ele geçirmeye çalışan şeytani bir yapay zeka gibi göründü (bkz: Eagle Eye isimli film). Kubbenin panoramik manzarası bir harika. Bizim randevumuz yoğunluktan dolayı akşama denk geldi ama siz gündüzü yakalamak isterseniz randevunuzu bir kaç gün önceden almayı ihmal etmeyin. Ayrıca maille gelen onay yazısının da ya çıktısını alın ya da belgeyi telefonunuza indirin.

Checkpoint Charlie yani Doğu ve Batı Almanya arasında, bir tarafını Amerikan ordusunun bir tarafını Sovyet ordusunun tuttuğu bir sınır kapısı. Bugün sadece turistik bir çekim noktası olarak duruyor. Yani aslında sadece turistlerin ilgisinden dolayı yeniden inşa edilmiş bir karakol binası ve çevresindeki özel müzeler burada ciddi bir turist kalabalığı yaratmış durumda.

Müze ve holokosttan kopup biraz da şehir hayatına geçelim. Şehrin en kalabalık en renkli ve yaşayan yerleri büyük çoğunlukla Türk mahalleleri. Bu bağlamda buralar sadece bizim için değil yabancı turistler için de bir çekim noktası. Bunların başında da "Küçük İstanbul" yani Kreuzberg geliyor. Aslında hikaye çok ilginç; 1961 yılında ilk giden işçilere sadece Kreuzberg, Neuköln ve Wedding mahallelerine yerleşme izni verilmiş ama bu bölgeler hızla gettolaşınca da bu sefer 1970 yılında gelenlerin pasaportlarına bu üç ilçede yaşayamaz damgası vurulmuş. Tabii ki kimse bu yasağı dinlememiş ve özellikle Kreuzberg büyüdükçe büyümüş. Duvar da yıkılınca tam şehrin merkezinde kalmış ve bugün gelinen noktada şehrin en bize benzeyen, en kalabalık ve en ışıklı yeri oluvermiş.

Yok, Türkiye'yi burada yaşayalım, bize Avrupa ver derseniz kesinlikle Prenzlauer Berg mahallesine gitmelisiniz. Burası, savaştan en az zarar gören yerlerden biri, çoğu bina 1800'lerden beri ayakta kalmayı başarabilmiş, ayrıca Berlin Duvarı’nın yıkıldığı ilk nokta olarak tarihe geçmiş, binalar arasında bu konu ile ilgili küçük bir müze-park ve sergi var. Ayrıca tasarım atölyeleri ve gastronomik değerleriyle hem yerlileri hem de turistleri cezbeden bir çekim noktası olmuş durumda. Bunların arasında retro butiklerden tutun da, gurme kahve evlerine kadar her türden dükkanı bulabilirsiniz. Ayrıca eğer baharda  ya da yazın gittiyseniz Mauerpark'i görmeden dönmeyin. Burada kurulan bitpazarı ve düzenlenen etkinlikler tüm Berlin'in en iyisi olmaya aday.

Şehrin simgelerinden biri de Berlin Televizyon Kulesi. Neredeyse Berlin’in her tarafından görülen televizyon kulesi (ya da Alez Kulesi) tüm Almanya'daki en uzun yapı olarak değerlendiriliyor ve ziyarete açık. Bulunduğu Alexanderplatz Meydanı ise alışveriş merkezleri ve kafeleri ile tüm şehrin en kalabalık yerlerinden biri. 

Berlin’de alışveriş için Kurfürstendamm veya kısaca Ku’damm, dünyaca ünlü çoğu markanın mağazalarını barındırıyor. Zaten 3.5 km boyunca kendinizi unutacak kadar çok alışveriş imkanı bulabilirsiniz. Bir diğer alışveriş noktası ise kıtasal Avrupa’nın en büyük AVM’si KaDeWe. Hala biraz nostaljik olan bu merkezde de yok yok.

Friedrichshain ise Berlin’in en gözde ve en trendy semti. Gece kulüpleri, tasarım dükkanları ve sanatçı yoğun nüfusu ile Berlin’in Cihangir’i diyebileceğimiz semt gece hayatının ana damarı. Spree Nehri’nin kuzeyinde ve aslında Kreuzberg’in bir nevi devamı olan bu mahalle yer altı kültürünün de hala devam ettiği bir merkez.

 

BERLİN’DE YEMEK ÖNERİLERİ 

Tahmin edebileceğiniz gibi Berlin'in en ünlü yemeği sosisleri, currywurst. Şehrin her tarafında bulabileceğiniz dükkanlarda ya da büfelerde bu ilginç lezzetleri deneyimleyebilirsiniz. Restoranlarda bulunmuyor. Özelliği domuz etinden yapılıyor olması ve köri ile servis ediliyor olması. Sokakları arşınlarken bir şeyler atıştırmak isteyen gezginler için bire bir.

Akşam olduğunda ise otelimize çok yakın, Sixties Diner isimli, Amerikan diner'ı şeklinde dizayn edilmiş, çok lezzetli hamburgerleri ve pizzaları olan bir restorana gittik. Porsiyonları çok büyük ve fiyatları da oldukça ekonomik. Her masada küçük bir müzik kutusu var ve bir Euro karşılığında üç şarkı seçip tüm restorana dinletebiliyorsunuz. Giderseniz bizim için Santana'dan bir Maria Maria dinlersiniz artık.

Başka bir restoran ise, şnitzelleriyle ünlü bir Avusturya restoranı. İsmi Austria Restaurant Original, keza tam sokağın başında neredeyse aynı isimde başka bir restoran var biz az daha oraya oturuyorduk. Burada da porsiyonlar büyük ama fiyatlar da aynı oranda yüksek. Yine de klasik Alman tarzı dekorasyonu ve biraları ile çok hoş bir akşam yemeği seçeneği.

Kesinlikle gidilmesi gereken yerlerden biri de Spree nehrine yakın bir konumda bulunan White Trash Fast Food isimli restoran. Aslında buraya sadece restoran demek haksızlık olur. Bünyesinde sigara içilebilen bir sinema salonu ve bir dövme stüdyosu da bulunduran bu işletmede haftanın birçok gecesinde rock gruplarının ya da DJ'lerin performanslarına denk gelebilirsiniz. Fiyatlar genele göre makul. 

Eğer Kreuzberg'deyseniz ve canınız döner çektiyse tek adresiniz Hasır Döner olmalı. Diğer dükkanlardaki dönerler bir şekilde bizdekilerden daha farklı ama Hasır'ın döneri buradakilere bile taş çıkartır. Bir de Knofi diye bir cafe var ki, tasarımıyla hemen diğerlerinden ayrılıyor. Envai çeşit Türk lezzetini bulabileceğiniz Knofi, demli çay servisi ve baklavalarıyla da en azından soluklanmak için iyi bir nokta.

Sıra geldi kahveye. Biz Prenzlauer Berg'deki birçok gurme dükkandan biri olan Bonanza Coffee Heroes’u denedik. Burası bizim de özel ilgi alanımıza giren, hemen orada taze kavrulmuş kahve tanelerini demlenme tekniğiyle servis eden ve Türkçe'ye nasıl çevireceğimizi bilemediğimiz bir coffee roastery. Gördüğünüz gibi minimalist bir tavırla, "sandalyelerimize değil kahvemizin lezzetine odaklanın" tarzı güdülmüş. Bu tavır artık bizde de çok yaygınlaşmaya başlayan 3. Dalga kahve evlerinden alışık olduğumuz bir duruş.

 

BERLİN’DE KONAKLAMA 

Konakladığımız yer Mitte bölgesinde Oranienburger Strasse idi. Mitte, Almanca’da 'orta' demek. Adından da anlayacağınız gibi burası Berlin'in tam ortası. Bünyesinde barındırdığı müzeler adasıyla gündüz, envai çeşit restoranı ve barlarıyla da geceleri tercih edilen bir yer. Bizim otelimiz ise Oranienburger Strasse'deki Generator Berlin Hostel'di ve hostel'den ziyade  bir gençlik kampı gibiydi. Kendi barı, restoranı ve kafesi olan bu işletme, müşterileri dışarı kaçmasın diye tüm eğlenceyi bünyesinde toplamış. Uygun fiyatlı konaklamak için yıldızlı otel konforu sunan bu işletmeyi değerlendirebilirsiniz. Bu metropolde tabii ki her çeşit ve segment konaklama seçeneği mevcut fakat Mitte bölgesinde kalmak hemen hemen her yere rahatça erişmenizi sağlıyor.

 

BERLİN’DEN ALINABİLECEK HATIRALAR 

Berlin'in sembollerinden biri geldiğimiz şehir Madrid gibi bir ayı. Tabii ki bu durum tüm hediyeliklere yansımış. Ayrıca şehrin her tarafında böyle dev ayılar var.

Berlin'e has bir başka karakter ise Ampelmann yani Ampul Adam. 1961 yılında tasarlanan ve kullanılmaya başlanan bu figür o kadar çok sevilmiş ki, 80'li yıllarda çocukların trafik eğitim programlarında kullanılmış. Daha sonradan tasarlanan Ampul Kadın ile Berlin başta olmak üzere tüm Almanya'da yer yer kullanılıyorlar. Şehrin değişik yerlerinde sadece Ampelmann ürünlerini satan dört mağaza ve ayrıca bir de kafesi var. Şemsiyeden, çanta ya da etikete kadar her türlü ürün mevcut. İlginç bir şekilde Tokyo'da da bir şubeleri varmış.

Burada anlatamadığımız pek çok şey ve daha fazlası sizi Berlin'de bekliyor. Mesela şehirde sanat panoları olarak kullanılan duvar parçalarını arayıp bulabilir ya da Trabant'lar veya halk arasındaki ismi Trabi'lerle şehirde bir safariye çıkabilirsiniz. İki Euro'ya soğuk savaş zamanından kalma photoautomat'larda fotoğraf çektirmeyi de unutmayın. Yalnız bu eski teknolojinin fotoğrafınızı basması 8-10 dakika arasında değişiyor, aklınızda olsun.

Tuğçe Ertan & Gökay Meriç
Instagram: kokladunyayi
www.kokladunyayi.com

banner

Yorum Yap

(*) Gerekli Alanlar