X

Tatların Dansı; LasVegas

Travel & Gourmets
7 Okunma

LasVegas deyince akla ilk gelen birbirinden renkli otelleri ile kumarhaneleri ve tabii ki dünyaca ünlü birbirinden enteresan yüzlerce gösteri. Özellikle de "Cirque De Soleil" gösterilerinin en büyük ve de en güzelleri hep burada. Işıl ışıl upuzun bir cadde üzerine kurulmuş bir rüyalar alemi. Otellerin çoğunun kendine has bir konsepti var. "New York New York Oteli"nin önünde özgürlük heykeli hemen dikkatinizi çekiyor. İçeride de yine aynı hava devam ediyor ve her şey New York sokaklarında gibi hissetmeniz için tasarlanmış. New York usulü pizzadan hamburgere, NY sokaklarının her köşesinde satılan pretzelden sosisliye ne ararsanız bulmak mümkün. Aynı şekilde, "Paris Oteli"nin önünde Eyfel Kulesini göreceksiniz. Burada da tahmin edeceğiniz üzere Fransız restoranlarını ve cafeleri var. "VenetianOtel"i ise yine Venedik konsepti üzerine kurulu; içinde İtalyan lokantaları, gelatodükkanları hatta canlı arya eşliğinde romantik gondol gezisi yapabileceğiniz minik bir nehir bile var. "LasVegasStrip" denen bu uzun caddenin sağında ve solunda farklı temalara sahip daha yüzlerce değişik otel var, burada hepsini anlatmak imkansız. Benim en çok etkilendiğim şeylerden biri de bazı otellerin tavanlarını masmavi gökyüzü görüntüsünde boyayıp ışıklandırmaları. İçeri girdiğinizde kendinizi hem açık havada sanıyorsunuz hem de size zaman mevhumunu unutturmakta birebir. Eğer kumarhanelerde takılıyorsanız dışarıda gündüz mü gece mi unutmak an meselesi. Amaç da bu zaten, LasVegas’da zaman mefhumu yok!

Gelelim bizim hafta sonu kaçamağımıza. Yaşadığımız şehir Los Angeles’dan arabaya atlayıp LasVegas’a gitmemiz sadece dört saat sürüyor. Bu hafta sonu bizim evlilik yıl dönümümüz diye çok sevdiğimiz bir otelde rezervasyon yaptırıp yola çıktık. Daha önce LasVegas'a her gittiğimizde showlar öncelikliydi bizim için ama bu sefer olayımız sadece yemek diyebilirim. Yıl dönümümüzde ikimiz için de en güzel hediye baş başa güzel bir yemek paylaşmak olmalı diye düşündük. Uzun zamandır gitmek istediğimiz iki restoran da bizim kaldığımız "Wynn Otel" içerisinde yer alıyordu. Otelimizde bunların dışında beş tane daha "Finediningrestaurant" varken seçim yapmak çok da kolay olmadı aslında. Yani demek oluyor ki, otelden çıkmadan yaşayabiliriz iki gün iki gece!

Yolda çok fazla bir şey yemedik, o yüzden oldukça acıktık aslında. Odamıza eşyalarımızı bırakıp İtalyan usulü deniz mahsulleri restoranı olan "CostadiMare"de bulduk kendimizi. Şef "Mark LoRusso"nun menüsünü tatmak için sabırsızlanıyorduk. Biz şarabımızı seçerken Türkiye’dekinin aksine balık seçimini yapmak için; bizim meze tabaklarını getirip tek tek gösterdikleri gibi balıkların her birinin bulunduğu bir camekan masanıza geliyor. Tabii burası LasVegas, dünyanın her yerinden insan geliyor, balıkların çoğunu bilmiyor bile olabilirler. Sadece Amerika’ya has balıklar değil, Avustralya’dan balıklar ve hatta Ege’den gelen bizim Çipuralar bile var! Adam tek tek en ince detayına kadar anlatıyor her birini. Ben gittikçe daha da çok acıkıyorum. Önümüze gelen menü birbirinden ilginç yemeklerle dolu. "İyi bir İtalyan restoranında ne yenir?" Tabii ki makarna çeşitlerine bakıyorum hemen ama makarnalar sadece başlangıç menüsünde küçük tabaklar olarak geliyormuş. Biz de ortaya iki çeşit makarna ve salata söylüyoruz; "InsalataDiCarciofi, Porcini, Ruchetta E PecorinoSardo" (Salatanın içinde sotelenmiş enginar parçaları, porcini mantarı, roka ve pecorino peyniri var) makarnalar ise "RavioliDiGranseolaVenezianaConRaguDiCrostacei" (bir çeşit yengeçli ravioli, içerisinde, enginar, kurutulmuş domates, deniz mahsulleri sosu) ve "Tagliatelle Al NeroDiSeppia" (ev yapımı mürekkep balığı soslu makarna üzerinde, mürekkep balığı, karides, ıstakoz ve ıspanak) "Bunlarla doyar mıyız acaba?" diye düşünüp bir de o çeşit çeşit balıkların içinden bir balık seçiyoruz; Rüçhan’la paylaşırız diye rahatız. Tabii başımıza geleceklerden habersiziz; tam siparişlerimizi veriyoruz ki, bize doğru başka bir garson elinde dev bir tepsi ile yaklaşıyor, üzerinde çeşit çeşit birbirinden güzel ekmekler, seç seç beğen. Bir anda kendimizi kaybediyoruz. Hemen seçiyorum içlerinden, bir trüf yağlı, bir kurutulmuş domatesli ve de bir fesleğenli ekmek alıyorum. Rüçhan da seçiyor bir şeyler, önümüze bir de ricotta peyniri geliyor minik bir tabak içerisinde. Normalde pek de sevmem ama bir tadına bakayım diyorum; Nasıl bu kadar hafif ve lezzetli olur, daha önce böylesini yemedik!” diyerek önümüzdeki tüm ekmekleri kaşla göz arasında bitiriyoruz! Birden ekmek garsonu tekrar yanımızda beliriyor ve başka bir çeşit ekmek alıyoruz! Bu kez tembihliyoruz kendisine; "Biz istesek bile bir daha bize lütfen ekmek getirme!" diyoruz, adam gülümsüyor ama esprimizi de pek anladığını sanmıyorum. Salata ve makarnalar geliyor sırayla; hepsi birbirinden lezzetli. Makarna tabakları çok da küçük değilmiş açıkçası, doyarmışız yani, hele ki bu kadar ekmek yedikten sonra doymamak ne mümkün! Ama bir bütün balık ısmarlamış bulunduk. Burası finedining demiştik ama ben hayatımda ilk kez masamın yanında balığımın özenle biri tarafından ayıklandığını seyrettim. Önce tabaklarımıza sebzeleri koydular, sonra da 100 gramı $16 olan (bizimki yaklaşık 800 gr. siz hesaplayın) ayıklanmış balığımızı. Bir yedirmedikleri kaldı ama bu kadar paraya yedirselerdi şaşırmazdım. Bugüne kadar yediğimiz en pahalı balık olabilir ama en lezzetli balık diyemem. Bir çeşit çipura, Avustralya’dan geliyor, ismi de "Occhionabigeyeredseabream". Balığın yanında efsane bir sos getirdiler, işte o çok hoşumuza gitti. Sosun içinde; taze doğranmış domates, roka, sarımsak, kırmızı soğan, zeytin yağı ve kırmızı şarap sirkesi vardı. Bu karışımı balığın üzerine değil, nereye döksen lezzet bombası haline gelir zaten. Konu balık olunca biz Türkleri etkilemek çok da kolay değil tabii ki. Yemeğimizin sonunda tatlıya yerimiz kalmıyor ve tam anlamıyla yuvarlanarak odamıza gitmek üzere restorandan ayrılıyoruz. Allah'tan otel çok büyük ve mesafeler uzun, bu yürüyüşe çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum ama hala yolda ekmeklerden bahsetmekten alamıyoruz kendimizi.

Sabah otelimizin bir başka efsane kahvaltı servisi yapan restoranına gitmek için odamızdan çıkıyoruz. "Kahvaltının nesi özel olabilir ki?" diyeceksiniz ama bu adamlar gerçekten bu işi biliyor. Yine Wynn Otel içerisinde “TerracePointeCafé”, havuz başında şirin mi şirin bir yer. Çok açsanız sipariş verirken düşüp bayılmayın diye menüde yazmayan ballı biscuitlerden getiriyorlar, şekeriniz düştüyse diye hani. Biz malum bir gece önce bir hayli yediğimiz için hala pek aç değildik ama bu az yemek ısmarlayacağız anlamına gelmiyor tabii! Burası "Eggs Benedict" ve kruvasan ile yaptıkları "French toast" ile meşhur. Eggs Benedict, İngiliz mutfağına özgü, ekmeğin üzerinde yumurta (bizim çılbır gibi yumurtayı suya kırıyorlar) ve üzerinde hollandez sosu. Biz üç çeşit istedik, tadımlık ufak ufak her biri ayrı içerikli ve ayrı lezzetli idi. Biri klasik sade, biri hindi fümeli diğeri ise yengeçli. Kruvasan-French toast da sipariş ediyoruz, hatta görüyoruz ve arttırıyoruz; bir de pankek söylüyoruz! (Pankeklerin hepsini yiyemedik tabii ki). French toast çıtır çıtır, yerken tezahürat içindeyiz. Ne çok tatlı, ne de çok ağır. Üzerindeki sos, limonlu, Hindistan cevizli yoğurt sosu. "Nasıl olur?" diyorum kendi kendime, "Bu lezzetler nasıl bu kadar uyumlu olabilir?" ama oluyor işte, "Burası evimize sadece dört saat uzakta ve bu çok tehlikeli" diyerek büyük bir keyifle kahvaltımızı bitiriyoruz.

Tüm gün yürüyüşler yapıp etrafı geziyoruz. Bugün evlilik yıl dönümümüz ve asıl kutlama için “Mizumi”ye romantik bir yemek yemeğe gidiyoruz. İki Michelin yıldızlı bu restoranın şefinin ismi ise "Devin Hashimoto", bu sene LasVegas’ın en iyi şefi seçilmiş. Biz de heyecanla masamıza oturup menüden vereceğimiz siparişlere odaklanıyoruz. İlk olarak yine bir salata ile başlıyoruz siparişe. İsmi "Waldorf” salatası; (Yeşillikler üzerinde elma dilimleri, ceviz şekerlemeleri, kurutulmuş üzüm, nar taneleri ve shojin peyniri üzerine elma şirkesi sosu ile servis ediliyor). Aslında buranın en meşhur yemeği yetmiş iki saatte pişirdikleri “72 HourYakitoriBraisedAmericanWagyuShortRibs”. Onu mutlaka alalım diyoruz, hatta fiyatını da yazalım; $60, dünkü balıktan sonra pek sarsmıyor ama öncesinde bir Rainbowroll ve YellowtailSashimi (jalapeno biber sosu, çıtır soğanlar, kişnis yağı ve ponzu sosu ile servis ediliyor) sipariş ediyoruz. Yine burada çok meşhur olan “Robatayaki”ye geliyor sıra. Bizim çöp şiş gibi ince çubuklara geçirilmiş çeşitli sebze, et ve balık ürünleri. Biz de bu menüden birer adet siste miso soslu levrek ve bir de blacktiger karides söylüyoruz. Şu ana kadar yediklerimiz çok lezzetli idi ama röbatayaki bambaşka bir şey! Böyle ağzında dağılıveriyor ve üzerindeki hafif kömür ateşi kokusu ile çılgın bir lezzet patlamasına dönüşüyor! Biz her yediğimizin etkisinden ayrı ayrı çıkmaya çalışırken, o meşhur yetmiş iki saatte pişen etimiz de masada yerini alıyor ve tabii ki, et bizim kuzu tandır kıvamında. Bir de üzerine oturttukları bir çeşit turp püresi ve miso sosu ile Uzak Doğu esintisini hissettiriyor hemen. Yemeğin sonuna geldik, bu sefer tıka basa doymamıştık, çok iyi hissediyorduk. O anda "Bütün bu tatları damağımda sonsuza dek muhafaza etmek istiyordum" derken güzel bir sürpriz oldu ve önüme üzerinde “Happy Anniversary” yazan yeşil çaylı dev bir makaron geldi. Yıl dönümümüz diye bize ikram etmişler! Önce kibarlık olsun diye birer ısırık aldık ama o kadar güzeldi ki, karnımız tok olmasına rağmen saniyeler içinde bitirdik. Yine ağzımızda muhteşem tatların dansı ile oradan ayrıldık.

İnanmak zor ama sadece uzun bir caddeden ibaret olan bu şehirde, iki binin üzerinde restoran var ve dünyanın en iyi şefleri buralarda çalışıyor. Buradan çıkarabileceğimiz sonuç; LasVegas dünya yemeklerini deneyimlemeniz için en iyi şeflerle önünüze seriyor!

banner

Yorum Yap

(*) Gerekli Alanlar